Silmek İstediğinize Eminmisiniz ?

Eminseniz Lütfen Evet'e Basın.

WhatsApp: +90 552 455 13 03       Telefon: +90 552 455 13 03



MÜDAFAA AHMET MİTHAT EFENDİ

KİTAPSEVERLERE PAYLAŞIMIMDIR

Kitabın adı: Müdafaa Yazarı: Ahmet Mithat Efendi Latin alfabesine hazırlayan: Basri Kabasoy Yayınevi: Samer Yayınevi,2021 Sayfa sayısı: 188

DEĞERLENDİRMELER 1. Kitabı değerlendirmek için yazarını kısaca tanıtayım. Türk Edebiyatının önemli ve verimli yazarlarından biridir. Kafkas asıllı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuştur. Aile olarak hayatı zorluk ve mücadele içinde geçmiştir. Bütün bu zorluklara rağmen ülkesi ve milleti için kültürel anlamda çok büyük katkı ve fedakarlıkta bulunmuştur. Kitabını baskıya hazırlayan ve kültür atlasımıza katkıda bulunan mümtaz insan, değerli hemşehrim Basri Kabasoy da şahsiyeti hakkında şu değerlendirmede bulunuyor. “Ahmet Mithat Efendi, Osmanlının son döneminde yaşamış bir aydındır. Yaşadığı dönemde etkili olmuş bir fikir adamı ve yazardır. Yaşadığı dönemi ve olaylarını iyi idrak etmiş bir kişi olarak her konuda dönemin kendine yüklediği görevi yerine getirmiştir. Kurduğu yayınevi, çıkardığı gazete ve dergiler, yazdığı yazılar bu görevi yerine getirdiğinin göstergeleridir. II. Meşrutiyet döneminde Osmanlının yenileşme ve Batılaşma sırasında meydana gelen sosyal, kültürel, idarî ve siyasî değişimler yaşanmıştır. Bu değişimlerin getirdiği problemler için Ahmet Mithat Doğu-Batı arasında yumuşak bir sentez yapmak istemiştir. O, Osmanlı kalarak Batılaşmayı ve Müslümanlar kalarak ilerlemeyi savunmuştur.”

2. Kitabı yayına hazırlayan Basri Kabasoy açıklama notunda şöyle diyor. “Kitabında yer yer Avrupa’nın ilim ve teknik alanlarında ilerlemiş olduğunu, Osmanlıların da Avrupalılaşma yoluna girdiklerini vurgulayan Ahmet Mithat Efendi kendisinin bu eseriyle Hıristiyanlığa sataşma niyetinde olmadığını, bu sebeple kilise aleyhindeki Batı yayınlarına rağbet etmediğini, kaynaklarının İncillerden, kilise neşriyatından güvenilir Hıristiyan yazarların eserlerinden ve ansiklopedilerinden ibaret olduğunu ifade eder.”

3. “Sadeleştirmeyi yaptıktan sonra gördüm ki yüz elli seneye yakın bir zaman geçmesine rağmen aynı tartışma ve çekişmeler, misyoner faaliyetlerinin şekli ve yöntemi değişse de devam etmektedir. Osmanlı’dan koparılan Orta Doğu’daki İslâm ülkelerinde akan kanlar bu gerçeği ortaya koymaktadır. Eserde dikkatimi çeken ve beni düşündüren diğer bir yönü de o gün Hıristiyan dünyasının içinde bulunduğu durum, tartışılan konular günümüz İslâm dünyasında yaşanmaktadır. İslâm’ın ilim ve tekniğe verdiği öneme rağmen günümüzde Müslümanın perişan hali, Müslümanın Müslümanı katli, kargaşa ve savaşın Müslüman dünyasında görülmesi, Orta Doğu’nun kan gölü haline gelmesi, Müslümanım, Türk’üm diyen herkesin dikkatini çekip gözünü açmalı ve geçmişten ibret alarak kendine gelmelidir.” Basri Kabasoy’un dikkate değer gördüğüm önemli bir değerlendirmesi bu şekildedir ve gayet yerinde bir tespittir. Bu kıymetli eseri kültür atlasımıza Latin Alfabesiyle sunan değerli eğitimci Basri Kabasoy abime ve eserin esas yazarına sonsuz teşekkürler ediyorum. Eser 3.ciltten oluşuyor. Diğer ciltlerin içindekiler kısmına baktım. Okunmaya değer başlıklar var. Uygun bir zamanda onları da okumayı düşünüyorum.

4. Ahmet Mithat’ın kitaba önsöz olarak yazdığı kısım kitabın yazılış amacını ortaya koymakta ve önemli bilgiler aktarmaktadır. Kısaca Hristiyan misyonerlere ve onların anlattıklarına karşı İslamiyeti savunmaktadır.

5. Misyonerler propagandalarının temelini şu yalan üzerine oturtuyorlar. “ Müslümanlar Hristiyanları kılıç zoruyla yani baskıyla Müslüman yapmışlardır. Aslında sizin asıl dininiz Hristyanlıktır.” Yazar bu yalana çeşitli örneklerle cevap veriyor. Hem öyle öyle böyle değil, barbarca, canavarca hislerle din adına nice zulüm, işkence yaptıklarını anlatıyor. Okurken bile tüylerim diken diken oldu.

6. Bugün İslam dünyasında da din adamı görünümlü istismarcıların din diyerek Müslümanları nasıl sömürüyorsa, aynı yol ve yöntemlerle papazlar da Hristiyanları sömürdükleri, gücü ele geçirince siyasi iradeyle güç birliği yapıp halkın sindirmede ve sömürmede ortak yol izledikleri, hem bu eserden hem de alıntılarla örnekler verilen Hristiyan Tarihi kaynaklarından öğrenmekteyiz. Eser, Dinler Tarihi, din sosyolojisi, din psikolojisi, din felsefesi alanında araştırma ve inceleme yapmak isteyenlere temel kaynak olabilecek değerli ve kapsamlı bir çalışma. Eserde benim yeni öğrendiğim ve pek çoğunuzun da benim gibi yeni öğreneceği enteresan bilgiler var ki, eserinden özünden kopmamak adına özetlemek yerine alıntılamayı tercih ettim. Vakti olanlar aşağıda bunları okuyabilirler.

ALINTILAR • Hıristiyan ve Yahudi olanları hiç bir zaman diğer batıl din sahipleri gibi görmeyiz. Batıl dinlere mensup olanların kadınları ve kestikleri hayvanlar, bizim için kesinlikle haram olduğu hâlde, Hıristiyan ve Yahudilerin kestiklerini yeriz ve kadınlarıyla - dinlerinden özgür bıraktığımız hâlde- evleniriz. S.19

Niçin dine bu kadar yalan katmışlardır? Bu sorunun cevabı çok kolaydır. Etrafınızda bir halk var ki her ne söylemiş olsanız asla şüphe etmeden inanıyorlar. “Ben şu dağı yerinden kaldırabilirim!” deseniz buna inanmakla beraber: “Yine az söyledi o istese dünyayı bile yerinden kaldırabilir!” derler. Hele işi elli sene kadar önceye götürerek: “Falanca evliya kör olan bir kişinin gözlerine tükürük sürdüğü anda iyi etmiştir!” derseniz buna derhal karşı çıkmadan inanmaktadırlar. Sonuçta verdiğiniz haberlerin doğru mu, yalan mı olduğu ihtimalini asla düşünmezler. Hiçbir mesele üzerinde gerçek nedir? diye bir saniye düşünmezler. Böyle olan bir cemaate ne söylemiş olsanız çoktur. S.43

Müslümanların değerli bir peygamber olarak tanıdıkları İsa’nın İncil’inden çok az bazı ayetleri öğrenmiş olan bir takım balıkçı ve kayıkçı durumundaki adamlar Hz. Mesih’ten sonra Kudüs taraflarında tutunamayarak uzak ülkelere dağılmışlar ve İsevî şeriatını yaymaya çalışmışlardır. Fakat İbranicenin gereği ve Tevrat, İncil terimlerinin icabı sebebiyle “Allah Babamız” ve “İsa Allah’ın Oğlu!” gibi sözleri dikkate alır almaz zaten şer’î gerçekler ve İbranice terimlerden haberi olmayan halk: “Bunlar kâfir oldular! Hiç Allah Babamız olur mu? Hiç Allah’ın oğlu bulunur mu?” diye zavallıları yakaladıkları gibi çarmıha germiş ve öldürmüşlerdir. S.44-45

İncillerin tarihlerle ittifak halinde bildirdiklerine ve işin doğası da onayladığına göre Hz. İsa Yahudi milletinden ve Yahudi olarak doğmuştur. Sünnet olmuş, Musevîliğin belirlediği bayramların ve diğer ayinlerin hepsini yerine getirmiş. Hatta Kudüs’te Hz. İsa’dan sonra Hıristiyan topluluğa imamlık eden on beş imamın da hepsi sünnetliydi. S.46

Ancak ne kadar İncil varsa hep bu ilk asrın sonlarıyla ikinci asır içinde yazılmış olduğu hakkında kesin bilgi elde edilmiştir. Fakat İncillerin yalnız dört İncil olarak yazıldıklarına dair kesin bilgi yoktur. Her mezhep mensubunun kendisine mahsus bir İncil yazmasıyla ortaya başlıca elli dört adet İncil çıkmıştır. (Bu gerçek gün gibi ortada iken İncillerin bozulduğuna dair Müslüman âlimler tarafından ileri sürülen iddiayı Hıristiyanların reddetmeye çalışmaları hayret edilecek şeydir. Müslüman âlimler, Hıristiyanların kitabının bozulduğunu iddia etmekle yine incelik göstermişlerdir. Eğer Hıristiyanların hiç kitabı olmadığını ve hepsi sonradan uydurma şeyler olduğunu, hepsi bir biriyle çeliştiğini, bundan dolayı hepsi yanlış olduğunu ileri sürmüş olsalar caba Hıristiyanlar ne cevap verecekler?) S.57

Nasranîler Müslümanların, Hz. Muhammed’den önce hak mezhep olarak görebilecekleri bir mezhep varsa o da bu Nasranîler mezhebidir. Bu mezhep Hz. Mesih’ten çok önceleri vardı. Yahudiler asıl Musevî şeriatı hükümlerine bir çok akıl dışı şeyler katarak yoldan çıktıkları zaman Nasranî mezhebi men supları Allah’ın şeriatını asla bozmamışlar, şarap içmemişler, adalet ve insaf tan ayrılmamışlardır. Bu gün felsefe kitaplarında bunların güzel ahlakı fazlasıyla övülür. Sözünde durmak, herkese iyilik yapmak bunların en başta gelen özelliklerindendir. S.62-63

“Din için şehit olarak canını veren Hıristiyanların sayısı yüzden fazlaya vardırılamamıştır.” denilir. Netice olarak Hıristiyanlığın ilk iki asrı içinde kimse Hıristiyanlığı yok etmeye girişmemiştir. Doğrusu budur. S.73

Cantu’dan buraya aktardığımız parça bütün tarihçiler tarafından kabul edilmiştir. İşin bundan sonrası ise kilisenin gerek dostları ve gerek düşmanları tarafından gizlenmek veya açıklanmak istenilmiş olmasıyla birçok açıklamalar içinde örtülüp gitmektedir. Gereksiz açıklamalar ve faydasız tartışmaların özetinden anlaşıldığına göre öteden beri bazılarının: “Pek fakir adamlardır. Kendi hallerindedir. Dilenci gibidirler. Güzel ahlaka hizmetleri vardır.” dedikleri Hıristiyanlar, bir kere resmi makamlara geçmeye başladıktan sonra bir takım resmi rüşvetler şöyle dursun, eski putperestlerden daha fazla ahlaksızlığa başlamışlardır. Çünkü kendilerinde öteden beri: “Ah! Bir kere fırsat oluverse de şu putperestleri kılıçtan geçirsek. Dünyayı bir ele geçirsek.” düşüncesi vardı. Bu defa Hıristiyanlık istenildiği gibi güçlenince papaz takımı her ne kadar bu düşünceyi gizlemeye çalışmışlar ise de ayak takımı gizleyemeyip açığa vurmaya cesaret ettiklerinden putperestliği seçen filozoflar: “Hıristiyan dediğimiz bu efendiler melek örtüsüne bürünmüş şeytanlardan başka bir şey değildir. Onların melek gibi ahlakını korumaları için başlarını ezmekten başka çare yoktur. Bu durumda devam ederlerse yalnız dinimizi değil ahlakımızı, milliyetimizi de yok edeceklerdir.” düşüncesiyle ayaklandılar. S.75

” Hıristiyanlığın en fazla yayıldığı yer Mısır’dır. Ondan sonra Anadolu’nun İzmir ve Bursa civarıyla bir de İtalya’nın kuzey ve Fransa’nın güney ortası Hıristiyan nüfus bakımından nispeten kalabalık idi. S.79

Kostantin döneminde Hıristiyanların elde ettiği kuvvet yalnız Roma putperestlerinin onuncu zulümlerinden kurtarılmaları değildir. Onları yok etmeye kalkmalarından ve birçok başarılar elde etmelerinden de ibaret değildir. Asıl kazandıkları kuvvet, Filistin taraflarını ve özellikle Kudüsüşerif’i ele geçirmeleridir. Hıristiyanlığın yayılışının başlarında Yahudiler Romalıların kuvvetli pençesi altında çaresiz kalıp etraf ülkelere parça parça perişan şekilde sürüldüler. Bundan dolayı kendilerince farzlardan olan Hac için birçok paralar harcayarak Roma Devleti’nden izin alamayınca Kudüs’e gidemez olmuşlardı. Kostantin, Hıristiyanlığı devlet dini şekline koyduktan sonra Kudüsüşerif’i Hıristiyanların eline vermiş ve bu şekilde Hıristiyanlık o kutsal makamı kendisine kıble yeri edinmişti. İşte bu başarı Hıristiyanlar için Müslümanların Mekke’nin fethi kadar büyük bir zaferdir. S.86

Hz. İsa tarafından: “İçinizde evvelki ve sonraki baş, kuyruk olmasın.” diye hepsinin eşit olması emredildiği halde papazlığın derecelerini, rütbelerini ayırdılar. Başlarına taç giydiler, mücevherlere boğuldular. Hatta Roma’nın papazı diğer papazlar üzerine resmen üstünlük iddiasına dönüşmüştür. Bu anlaşmazlık üzerine papazlar dünyayı alt üst ettiler. S.86

Tartışmaların asıl kaynağını arayan araştırmacılar derler ki: “Hz. Mesih, hiçbir sözünü kaleme almamıştır. Hz. Musa ve diğer İsrailoğullarına gelen peygamberler ve Hz. Muhammed (a.s.)’in ümmetine bıraktığı kitap gibi ümmetine bir kitap bırakmamıştır. Hıristiyanlığın temellerinin ve kuruluşunun belgesi olan kitaplar ve yazılar hep şunun bunun tarafından kaleme alınmıştır. Kitaplar ve belirtilen yazıları anlatan fikirler, akıl, insan fıtratı ve diğer maddî ilimler ile beslenmeyerek metafiziğe ait hayaller içinde beslenmiştir. Bu durumda fikirlerin değişik, karşıt ve çelişik olmalarına son verilemeyeceği açıktır. Hıristiyanlığın yayılmasının başlarında dinde ve dinin en önemli konularında ortaya çıkan tartışmalar, sonunda sel gibi kanlar akıtmaya sebep olmuştur.” S.86-87

İşin içine papazların hırs ve aç gözlülüğü girmesiyle sırf mülk ve dünya serveti için birbirini boğazlamayı göze almışlardır. S.87

Gördünüz mü aslında temeli fakirlik ve yoksulluk üzerine kurulan Hıristiyanlık ne hâle gelmiştir? Ancak Hıristiyanlığın bugünkü hâli bundan ibaret değildir. Hesap edilmez derecededir. Biz göklerin egemenliği, yerin egemenliğine ilk dönüştüğü zamanı anlatıyoruz. Dilencilikten ve uyuşukluktan, dayak altından kurtulan papazlar hele bu servet ve varlığa sahip olunca nasıl çıldırasıya bir mal sevdasına düşecekleri karşılaştırılması gereken bir durumdur. S.88

Sonradan Katolik adıyla ortaya çıkan Roma papazları kendi uydurdukları mezhebin diğer mezheplere üstünlüğünü ispat için uğraşmışlar. Hatta Katolik mezhebinin dışındaki mezheplerin tamamen geçersiz olduğunu ve Hıristiyanlığın yalnız kendi mezheplerinden ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Böyle olunca da Roma merkezinde olan kilise ile o kilisenin başı demek olan Papa’nın diğer kiliselere ve diğer papalara üstün olması gerektiğini ispat için yalanlar uydurmuşlar; haksızlıklarda, zulümlerde bulundular. Papazlardan başka Katolik olan vicdan sahibi kimse bile bu gerçeği inkâr etmekten utanır ve yüzü kızararak itiraf eder. S.89-90

Hele Ariyus mezhebinin İskenderiye şehrini sanki bir düşmandan hücumla ele geçirmişler gibi kiliselerini ve gösterişli binalarını yağmalayıp harap etmeleri çok şaşırtıcıdır. Yine Theodos Özel Tarihinde (3.cilt, 33.ve 44.bölüm) anlatıldığı gibi, İstanbul Kilisesi’nde çeşitli mezhepleri ilgilendiren birkaç kelime söylenmesi münasebetiyle halk birbirine girerek birçok kan dökmüşler ve şehri de ateşe vermişlerdir. Bildirdiğimiz bu örnekler benzer yüzlerce olayların Hıristiyanlığın masum yüzüne kan lekeleri sürmüş olduğunu inkâr etseler, tarih inkâr edemez. Bu arada bu özet bilgileri buraya sıkıştırmamızın sebebi şudur: Papazların, Hıristiyanlığın öyle İslâm gibi kılıç kuvvetiyle kurulmamış ve yalnız kelam (söz) kuvvetiyle kurulmuş olduğunu iddia etmelerine karşı, Kostantin’in kılıç kuvvetini putperestler aleyhine nasıl kullanıldığını ve kendi kendilerine ne şekilde kılıç çekmiş olduklarını da göstermek içindir. S.90-91

Hıristiyanlığın ilk temellerinden nasıl çıkarıldığı ve eski Hıristiyanlıktan şimdiki Hıristiyanlığın nasıl meydana getirildiği konusu da düşünülmeye değer. Burada yalnız şu kadarını bir bildirelim ki adı geçen mezheplerin hepsinde asıl Hıristiyanlıktan pek az bir şey kalmıştır. Katolik Mezhebinde ise kendi ellerinde bulunan İncillerin ortaya koyduğu Hıristiyanlıktan da pek az bir şey bile kalmamıştır. Bu mezhebin yalnız din mensupları için değil hatta devletler için de büyük ve önlenemez bir felaket olacağı görülmüştür. Böyle olduğu halde sadece imparatorlara yaranmak için imkân bulmuş olan Katolik papazlarının, imparatorları kandırarak onların ezici güçlerini kullanmaları suretiyle diğer mezheplerin hepsi sindirilmiş ve yalnız ortada Katolik mezhebi kalmıştır. S.92

Engizisyon Cemiyeti çeşitli yerlerde Hıristiyanlığın yeni şekillerine itiraz eden ve kilise tabirine göre dinsiz denilen zavallıları haber aldıkça hemen cellatlara teslim ederlerdi. Hâlbuki cemiyetin görevi suçluları bulup ortaya çıkarmaktı. Ortalarda suçlu kalmayınca pek çok suçsuz ve samimi Hıristiyan da bu cemiyetin zorbacı pençesinde öldürülürdü. Hele Hıristiyanlık denilen din, tamamen halkın kanını emip iliğini kurutmak için bir kalkan olarak herkesin malı, canı, ırzı… Papazların keyfine hizmet için gerekli ilaç yerine geçtikten sonra artık bu Engizisyon Cemiyeti’nin dünyaya kan ağlatan işkenceleri görüldü. Bu gün de bu hikâyeleri okuyanları kan ağlatacak dereceye vardı. S.93-94

Ortada kanıt ve belge olarak mevcut olan elli dört İncilin hepsi aynı içeriktedir. Birbiriyle tartışan mezhep mensuplarının hepsi birbirinden daha batıldır. Böyle olduğu hâlde acaba şimdiki Hıristiyanlar bunca İnciller arasında kendi İncillerinin ve kendi mezheplerinin doğru olduğuna nasıl tam bir kanaat elde edebilmişlerdir? S.94

Hıristiyanlığın yayılış tarihi özetinden buraya kadar vermiş olduğumuz bilgileri değerlendirecek olursak görülür ki gerek havariler gerek onlara tabi olanlar dini yaymak için canlarını feda edinceye kadar çalışmışlar. Fakat çok az bir başarıya ulaşabilmişlerdir. Bunun sebebi ise Hz. İsa’dan gerçek İncil olarak bir kitap kalmamasıydı. S.95

Tarihler söz birliğiyle diyorlar ki Theodora’nın imparatoriçe olduktan sonra yaptığı ahlaksızlıkların ve bu yolda döktüğü kanların sonu yoktur. Hele Justinianus’un şehvet düşkünlüğü sebebiyle öldürdüğü adamların sayısı hesapsızdır. Bununla beraber bu iki kutsal hükümdarın Hıristiyanlığa yaptıkları hizmeti de söz birliğiyle alkışlıyorlar. Ayasofya Cami’sini yapan bu zattır. Hatta bundan başka yüzlerce yüksek ve gösterişli binalar yaptırması için halkı soymuş soğana çevirmiştir. S.97

Tarihçi Cantu’nun da inkâr edemediği gerçek, her halde şundan ibaret oluyor: Dünya ile ilgisi olmayan papalık makamının dünyevî krallığı bu dönemde başlamıştı. İşkence ve eziyetin aleyhinde bulunan Hıristiyanlığın ve daha doğrusu krallığının bu zamandan itibaren valileri, hapishaneleri, cellatları oluşmuştur. Etrafa elçiler göndermiştir. Hem de öyle etrafa ki bir tarafı Doğu Roma İmparatorluğu ve bir tarafı Lombartlardır. Birbirlerinin aleyhinde savaş etmekten geri kalmazlardı. Her şeyi bırak, bu dönemde papalık makamının bir de ordusu olmuştur, ordusu! Allah için insaf ediniz. Savaşı en büyük kötülük sayan ve bu dünya ile hiçbir ilgisi olmayan Hıristiyanlığın bir de ordusu olmuştur! S.113

Bu çirkinlikler, milattan bin sene sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. O asırlarda dünyada zorbaların kendi kılıçlarından başka bir kuvvet daha vardı, o da; kilisenin zalimce entrikalarıydı. Bu kuvvetin artması, krallar tarafından papaz takımına çok yüz verildiğinden meydana geldi. Kralların kuvvetlerinin artması da papaz takımının halkı gereği gibi aldatabilmelerine bağlı olduğunu görünce, herkesi ezici esaretlerine almaya gücü yeten bu iki kuvvet birleşerek güçlü bir kuvvet haline gelmişti. S.118

Mesela din denilen şey, herkesi devamlı ve genel bir güven içinde tutacak iken papazlar, derebeylerin cinsel zevkleri uğruna, herkesin ırzını, namusunu ayaklar altına almalarına ve alçakça istekleri uğruna da herkesin malına ve canına zarar vermelerine asla ses çıkaramazlardı. Ancak, kendileri için de bir çıkar kapısı olan kiliseye kim girerse hiçbir kimse ona dokunamazdı. S.118

Cantu, tarihinin 9. cilt, 294. sayfasında şöyle bildiriyor: “Milan şehrinin Başpapazı Arnulf, Papa tarafından bir elçilik göreviyle İstanbul İmparatorluğu huzuruna gider ve yanında çok sayıda elçilik görevlileri bulunurdu. Bunların içinde üç düka ile birçok da şövalye denilen soylu din savaşçıları bulunurdu. Kilise bunların hepsine samur ve çok kıymetli kürkler vermiştir. Elçinin bindiği atın takımlarına kıymet biçmek imkânsızdır. Nasıl imkânsız olmasın ki atın nalları altın ve çivileri gümüştendi.” S.119

Peter Damiani papaz çok bilgili ve zarif bir adamdı. Toplumun içinde bulunduğu devrin durumları aleyhinde bir kitap yazmıştır. Bu kitabın otuz birinci makalesinde der ki: “Papazlarımızın doymaz mideleri altın için çok fazla acıkmıştı. Çünkü her nereye varsalar oturacakları dairelerin şahane bir şekilde döşenmesini isterlerdi. Sedirler üzerine çok pahalı ve değerli halılar sererlerdi ki üzerinde acayip resimler işlenmişti. Tavandan toz dökülmemek için çok güzel kamışları tavanlara gererlerdi. Kilisenin kutsal köşelerinden onların yatakları ve cibinlikleri da ha pahalı idi. Süs bakımından papaların saraylarından daha üstündüler. Kralların pelerinleri yalnız bir renkten olduğu için onlara yetmezdi. Yastıklarının en parlak renklerle süslenmiş olması gerekirdi. Memleketin içindeki sanatlar onlara göre pek değersiz olduğundan çok pahalı fiyatlarla uzak memleketlerden gelme kürklere ve diğer eşyalara ilgi duyarlardı. Tilki, samur ve fare derileri çok beğenilirdi. Halkın alaylı gülüşlerini coşturan bu rezilliklerden nefret ettim. Çünkü o alaycı gülüşler insanın gözlerinden acı yaşlar getirirdi. Çünkü o papaz elbiseleri altın ve değerli taşlar içinde parıl parıl parlardı.” S.122

Hıristiyanlık, sonradan nice menfaatler ve dünyevi amaçların etkisiyle tamamen bozulmuş ve değiştirilmiştir. Mesela putlar ve resimlere (İkona) 105 ibadet Hıristiyanlıkta tamamıyla yasak iken kiliseler putlar ve resimlerle doldurulmuştur. Gönüllü bir fakirliği tercih etmişken papazlar dünya malı hırsıyla insanların kanını emmeye başlamıştır. Arazi ve mülklerin âdeta üçte ikisini kiliselere vakfettirmiş ve silahı ele almak alçaklık derecesinde nefret edilirken kilisenin orduları meydana gelmiştir. S.125

Gerçi her din ve mezhepte saygı duyulan ve bundan dolayı çok kutsallaştırılan kişilere özel bir saygıda bulunmak putperestler zamanından beri görülen bir durumdur. S.126

Aziz Pavlus’un mezarını tamir ettirirken işçilerden birisi mezara daha fazla yaklaşarak oralarda bulunan bazı kemiklere eliyle değdiği anda mezar içinden can alırcasına bir çığlık çıkmış ve işçi derhal ölmüş! Ve halefi zamanında Aziz Laurent’in türbesi, tamir edilmesi gerektiğinden tamir işinde yalnız papazlar ve büyük subaylar çalıştıkları hâlde bile Aziz Hazretlerinin tabutunun ucu görülecek kadar yaklaşıldığında çalışanların hepsi on gün içinde ölmüş! Eğer bu mezarlardan uğur saymak için bir parça verilmesi istenirse oralara konulan bezlerden bir parçasını bir süslü kutu içine koyarlar. Azizlerin kendisinde ne güç ve keramet varsa bu bezde de o kadar güç ve keramet vardır. S.128

Papaz sınıfı, çıkarlarını en yüksek noktasına kadar artırmak için miladın tam bin senesinde kıyamet kopacağını ve Hz. Mesih’in bir kuzunun sonradan bir aslan olmasına benzemesi gibi bir şikâyetle gökten inerek askerin başına geçeceğini ilan ettiler. Bunun sebebi rüyalarda böyle görülmüş ve mezarlardan buna ait sözler işitilmiş! S.131-132

Papa Urban da gayet ayrıntılı bir konuşma ile: “Haydi kardeşler! Hıristiyanların yüzlerine bir kara leke sürmekten ibaret olan Allah’ın düşmanı Müslümanlar, yüzlerce seneden beri Kudüs, Suriye, Ermenistan taraflarını ele geçirmişlerdir. Haydi gidiniz. O yerleri Türklerden kurtarınız.” der. Konuşmasında, insan için yaşamak pek büyük bir sefalet olup mutluluk ve huzurun yok olacağını, bu seferde her çeşit bereketin Hıristiyan ordusunu beklediğini ve Hazreti Mesih bu seferde ordusuna biz zat bayraktarlık yapacağını falan söyler! S.137

(Haçlı Seferleri sonunda Kudüs teslim edilmesinden sonrasını anlatıyor) Sonuçta Müslümanlar bunlara teslim olmakla çok büyük hata ettiler. Teslim olmayıp da bir kişi kalıncaya kadar savaşmış olsaydılar ne zarar görürlerdi? Çünkü teslim olduktan sonra da galip gelen düşman teslim şartlarına uymayarak Müslüman ve Yahudi olmak üzere tamam altmış bin erkeği kesimhanede koyun boğazlar gibi boğazlamışlardır. Ondan sonra bunların mallarını yağma etmişler ve ırzlarını kirletmişler. Tarihçi Cantu’nun (10.cilt, 2. bölüm) S.140

Bu çılgınca savaşta Hıristiyanlar: “Müslümanlar için acımak yoktur. Nerede Müslüman görülürse öldürmek cennete doğrudan doğruya girmenin gerekçesidir.” diye haykırmışlar. Bu sözleri bayrakları üzerine de yazarak Portekiz ülkelerinde ve Mayorka ve Minorka’da Berberi şehirlerinde, Filistin’de, Suriye’de hangi yeri ele geçirmişlerse Müslümanları topyekûn öldürdükleri ve barbarlıklarını, kan dökücülüklerini bütün dünyaya gösterip nefret ve lanete uğramışlar. Böyle yapmalarına rağmen Müslümanlar çok büyük kesin zafer kazandıkları zamanlarda dahi ellerine geçen Hıristiyanlara böyle barbarca davranışı asla uygun görmemişlerdir. Hatta başkanlarına hürmet ve saygıda da hata etmemişlerdir. Eğer Müslümanlar -Allah korusun- Hıristiyanlar gibi barbar olmuş olsalardı, haçlı ordularına galip gelip de Filistin’den ve diğer ele geçirmiş oldukları yerlerden çıkardıktan sonra Mısır’da, Filistin’de, Suriye’de, Anadolu’da hiçbir Hıristiyan herhangi bir kilise mi kalırdı? S.143

Dikkat edilmesi gereken bir şey varsa o da şudur: Hıristiyanlar, şövalye cemiyetlerini Almanya’nın kuzey tarafında ve Rusya içlerinde hâlen Hıristiyan olmamış bulunan bir takım milletleri zorla ve baskıyla Hıristiyanlığa sokmak, İspanya’da bulunan Müslümanları yok etmek ve haçlı savaşlarında da kılıç sallamak için kurmuşlardı. İşte bu noktaya dikkat etmelidir de böyle bir istek üzerine kurulan cemiyetlere mensup olan ve aslında haydutluktan ve eşkıyalıktan gelen adamların ne kadar alçakça zulümlerde bulunacaklarını hayal etmelidir. S.147

Hıristiyanlık miladi ilk üç asır içinde sanki Yahudilikten hiçbir farkı olmadan zorlukla devam edebilmiştir. Sonra Kostantin, Justinian, Şarlman gibi zorbacı hükümdarları menfaat birliği ile elde ettikten sonra bunların kılıçları kuvvetiyle gereği gibi güçlenmiştir. Fakat papalar ve onların idaresi altında bulunan diğer ruhanî görevliler sülük gibi insanlığın bedenine yapışarak kanını emmeye başlamışlar. Sonra da krallara bile boyun eğmemişlerdir. Dünyada hem vicdanlara hem iş ve davranışlara müdahale etmek için ruhanîlikle dünyeviliği birleştirerek herkesin güç yetiremeyeceği bu zorlama ve baskıyı gizlemek için de araya Haçlı Olayı’nı sokmuşlardır. Bu olay sebebiyle oluşturdukları şövalye yani din savaşçıları cemiyetlerini sonradan papalık makamından başka her kim olursa olsun onun aleyhinde ve papalık makamını savunma ve koruma uğrunda hizmet ettirmişlerdir. S.152

Kilisenin bu kadar kuvveti halkın cehaletinden kaynaklandığına şüphe yoktur. Zaten Hıristiyanlıkta, İnciller ve kilise yazarlarının Hıristiyanları öven kitaplarından başka kitap okumak haramdı. Aynı zamanda bu işi yapanların ateşlere atılacağı tehdidiyle haram olduğundan Hıristiyanlarda vicdana rahatlık verecek sanki hiçbir bilginin yayılmasına imkân verilmezdi. Halk cehaletin karanlığından hidayetin aydınlığına yol bulamazdı. S.153

Sözün kısası, cahil insanlar günahlarını çıkartmak için her bildiklerini, işittiklerini papaz takımına itiraf ediyorlardı. Bundan dolayı kilisenin bir gizli kuvveti bulunduğu gibi şövalye orduları, gözle görülen bir kuvvet demekse de kilise gizli olanla açık olanı birleştirerek polis gibi hizmet vermek için üçüncü bir kuvvete daha gerek gördü ki o da Engizisyon denilen denetim cemiyetidir. Bu denetim cemiyeti cellatlıkta fevkalade usta olan açık ve gizli bir takım görevliler çalıştırırdı. Cemiyetin esas amacı görünüşte, Yahudileri ve Arapları Hıristiyan etmektir. Ancak Hıristiyan olduğu hâlde Allah’ın adına hareket eden Papa’nın bütün emirleri ve yasaklarını harfiyen yerine getirmeyenler kâfirden daha kötü olduğundan onları ezmek ve sindirmek de cemiyetin görevleri arasında idi. S.153

•Napolyon Galva adındaki yazar, Engizisyon Cemiyeti’nin uyguladığı cezaları üç çeşide ayırmıştır.

1. İple uygulanan cezalar: Bu cezaya çarptırılan zavallının, ellerini arka sına bağlarlar ve bu ipin ucunu tavana veyahut kubbeye bağlı olan bir makaradan geçirip yukarıya kadar çekerler, kaldırırlar. Bütün vücudunun tüm ağırlığı yalnız iki kolları üzerinde kalınca ipi birden gevşetir ve derhal yine çekerlerdi. Zavallı suçlunun vücudu çatır çatır kırılmasına karşı o taş yürekli cellatlar kahkahalarla gülerek papanın kutsanmasına dair olan melodilerle şarkı söylerdi. Engizisyon Cemiyeti’ne göre asıl istenen şey, suçluyu birden bire öldürmeyip acı çekme süresini uzatmak olduğundan ip, suçlunun kol altlarını kesip de ta kemiklere dayandıktan sonra indirirler ve çok dikkatli bir şekilde tedavisine çalışarak, iyi olduktan sonra bu işkenceyi tekrar yaparlardı. Zavallı suçlu bu kadar işkenceye dayanamayarak adamları öfkelendirmek ve ölümünü çabuklaştırmak için ağzına gelen küfür ve hakareti söylerse de cellatlar ve papazlar bu ümitsizce hakaretlere asla kızmazlardı. Eğer işkence görenin akraba ve dostları çok rica edip de ilk işkencede zavallının bütün kolları kırıldıktan sonra cellatların ellerinde bulunan kılıçlar ve şişler ve kamalar ile zavallının göğsü delinerek öldürülmesini sağlarlarsa teşekkür ederlerdi.

2. Su ile uygulanan ceza: Bunun için suçluyu teneşir gibi bir şeyin üzeri ne arkası üstü yatırarak baş tarafı daha aşağıya sarkıtılır ve böylece sıkıca bağlanır, nefes alması zorlaştırılırdı. Bundan sonra ipler üzerine su dökerlerdi. Su ile ipler gerilince adamın etlerine gömülürdü. Fakat ceza bu kadar değildi. Zavallı bu durumda iken cellatlar burun deliğini bez ile sıkıca tıkayıp ağzına da bir yaş bez sokarlar ve bu bezin üzerine yavaş, yavaş su döküp zavallıyı nefes almak mecburiyetiyle bu koca yaş bezi gırtlağıyla emdirmeye mecbur ederlerdi. Çoğu kez zavallı nefes almak mecburiyetinde olduğundan bu yaş paçavrayı yutmaya çalışırsa da pek çoğu da bunu başaramayıp mermerden olan yüreklerin de dayanamayacağı bir acı verici işkence içinde kıvrana kıvrana ruhunu teslim eder ve son nefesini verirken boğazından kan fırlardı. Bu durum karşısında papazlar bu işkenceyi Hz. Mesih’in intikamı alındığına yorumlayarak derhal şükür secdesine varırlardı. O Mesih ki -kendi inançlarına göre- son nefesini, kıyamete kadar bütün kendi ne zulüm edenleri bağışlayarak vermiştir.

3. Ateşle uygulanan ceza: Bunun kendine göre iki şekli vardı. Birisi suçluyu doğrudan doğruya yanan bir ateş üzerine koyup yakmaktır. Bu şekil çok basit bir şey olduğu için açıklanmasına gerek yoktur. İkincisine gelince; suçlunun ellerini ayaklarını bağlayarak vücuduna zeytinyağı sürerek gayet şiddetli bir ateşin karşısına koyarlar ve orada zavallıyı çar çabuk yakmak değil yavaş yavaş, çevire çevire sanki pişirirler, kebap ederlerdi. Şurası bilinmelidir ki bu üç çeşit ceza ve diri diri insanı su kuyusuna atmak, vücuduna bal gibi tatlı şeyler sürerek yazın güneşe karşı bağlayıp sineklere yedirerek kurutmak hep kolay ceza olarak Hıristiyanlıktan çıkanlara özeldir. Yoksa bir gün bir gözünü ve ertesi gün diğer gözünü ve sonun da sırasıyla ellerini ayaklarını kırarak ondan sonra kesmek suretiyle öldürmek, ağzından ve kulağından içeriye kızdırılmış kurşun akıtmak, çarmıha germek Müslümanlar ile Yahudilere uygulanan cezalardandı. S.155-156

Bu anlatılanlar abartı değildir. Daha önce söyledik. Bu eserde abartıdan eser yok. Anlatılanlar gerçekten ibarettir. İsterseniz engizisyonun rezillikleri listesini teker teker bildiren kitapları inceleyiniz. Öyle olaylar görürsünüz ki ağlarsınız. Nice suçsuz kadınlar ailelerini kaybetmişler, nice namuslu kızlar herkese rezil olmuşlardır. Söylenmesi bile edepsizlik olur. S.157

Saf ve zavallı Hıristiyanlar, cennete girmek yalnız Papa’nın bağışlaması ve affıyla olacağına iyice inanıyorlardı. Bundan dolayı pek çok adamın gururunu kırıp alnını yere sürdüren para denilen şey, papalar yanında Engizisyonun şiddetlerini bile hafifletmeye başlamıştı. Artık parayı verenlerin cenneti satın alabilmelerine hiçbir engel kalmamıştı. İş, öyle bir duruma gelmişti ki papa tarafından gönderilen memurlar ülkeleri, eyaletleri dolaşıp affetme ve bağışlamayı âdeta açık artırma ile satarlardı. Bu gelirlerden oluşturdukları hazineleri herkesin payı ayrılmak üzere Roma’ya gönderirlerdi. S.159-160

Şimdilik şu kadarını diyelim ki Protestanlık, Hıristiyanlıktan son derece kaba ve çocukların bile görüp gülecekleri ayıpları bir inkâr perdesi ve saptırmalarla örtebildi. S.165

Voltaire der ki: “Hıristiyanlık kadar mensupları arasında muhalefetler, savaşlar, öldürmeler görülmüş hiç bir din yoktur. Bundan dolayı Hıristiyanlığı araştıranlar şöyle düşünürler: Bu çeşitli guruplar içinde ya birisi hak olabilecektir veyahut hepsi akıl dışıdır. Eğer birisi hak olacak ise diğerlerinin o hak aleyhine silahla karşı gelmesi barbarlıktır. Hepsi akıl dışı ise insanların akıl dışılıklar için birbirini boğazlaması daha büyük barbarlıktır. Mademki Hıristiyanlığın tartışmaları dinî anlamda hak ve batıl bir dava üzerine meydana gelmeyip sadece dünyevî olarak mal ve üstünlük davasından meydana gelmiştir, hepsi barbarlıktır işte o kadar.” S.166

Cizvitler bulundukları yerlerin ve halkın özelliğine ve önemine göre ibadet zamanlarını değiştirmeye, başkalaştırmaya, sadakanın ve orucun miktarını çoğaltıp veya azaltmaya, gerektiğinde diğer papazların cennete koyduklarını oradan çıkarıp cehenneme; cehenneme koyduklarını cennete koyabilmeye yetkili idiler. Engizisyon elinden adam kurtarmak kimsenin haddine düşmemiş iken bunların lüzumuna göre o cellatlardan adam kurtarmaya ve yine lüzumuna göre işkence veya öldürmek için onlara adam teslim etmeye yetkili kılınmışlardı. Özetle dünyanın siyasî ve dinî her işine ve özellikle hükümdarların saray işlerine varıncaya kadar her şeye karışarak duruma göre gerektirdiği şekilde hareket etmeye de yetkiliydiler. S.168

Osmanlı Tarihi’nin son kısmı incelenecek olursa bu Cizvitlerin Ermenileri nasıl kandırdıkları ve o sebepten ne kadar sıkıntılar, problemler ortaya çıkıp ortada ne kadar kanlar da döküldüğü görülür. En sonra Hasunist, Anti Hasunist diye Ermenileri iki zıt kutba ayırmak ve birçok batıl iddialarla devletin içini ele geçirmek konusunda da bunların büyük oyunları görülmüştür. S.172

Cantu, yeni kıtaya ayak basan İspanyolların bütün yerlileri mallarıyla, canlarıyla kendilerine esir olmuş sayarak bu şekilde nice acımasızca, barbarca davranışlara hız verdiklerine dair çok ayrıntılı girişi yazdıktan sonra (13.cilt, 134. ve 135.sayfa) şu olayları bildiriyor: “Batı Hindistan halkı asla kendilerine bakmaksızın yalnız yüklenen çok ağır işler altında ezilip giderlerdi. Bazı evcil hayvanlardan kıskanılmayan yiyecek ve içecek bunlardan kıskanılırdı. İspanyolların sofrası etrafında köpek gibi dizilerek eğer yere bir kemik düşecek olursa onu kapmak için bir birini parçalarlardı. Alonso Sanisse, yolda İspanyollara hediye götüren sırtlarında yiyecek yüklü bir gurup kadınlara rastladı. Alonso yiyecekleri kabul ettikten sonra kadınları sebepsiz olarak hepsini öldürttü. Bir İspanyol, av köpeklerine yedirecek şey bulamadığından bir kadının kucağındaki çocuğu zorla aldı ve anasının gözyaşlarına bakmayarak çocuğu parçalayıp köpeklerin önüne attı. Bir asker gurubu yolda giderken içlerinden birisi geçmekte oldukları bataklığa hançerini düşürdü. Bir hayli zaman aradığı halde gece olmasından dolayı bulamadığından orada bulunan bir kadının kucağındaki çocuğu alıp çamur içine gömdü. Sözde bu bir işaret olacaktı da ertesi sabah gelip o işarete göre arayacaktı. Hükümdar Caonabo’nun hanımı Anacaona İspanyollara çok yakınlık göstermesine rağmen Ovando adında bir İspanyol, kadına saldırmakla işini zorla yapmaya kalkıştığında zavallı kadıncağız şiddetle karşı koyduğundan bir direğe bağlanarak onlara yaptığı pek çok iyiliklere karşı ateşte yakıldı. Bundan sonra her tarafta savaşlar değil sanki katliamlar baş gösterdi. Benzeri görülmemiş barbarlıklar ile her taraf kana boyandı. Ateşe yakıldı. Hem de vahşiler ağır ağır işkence edilmek için ateşlerde azar azar yakılırdı. Parmaklarından başlanarak organları yavaş yavaş, birer birer kırılır. Birçok kereler olmuştur ki Hz. İsa ile On İki Havariler’in şerefine ermek için on üç adam birden ateşe atılırdı! (Bu söz Cantu/Kantu’nun sözü olduğuna dikkat edilmelidir. S.176-177

Başından beri tekrarlaya geldiğimiz gibi kutsal savaş ve diğer yöntemleri kötü görmemekteyiz. Hıristiyanları ayıplamamız, kutsal savaş ve diğer yöntemlerde aşırı gittikleri için değildir. Ne dinlerinde ne davalarında hiçbir tutacak tarafı, beğenilecek yönleri olmadığı ve yalnız davalarında medenî görünmek için dinlerinde var olan şeyi yok ve yok olan şeyi var gibi göstermek suretiyle yalancılık ve ikiyüzlülük gösterildiği için ayıplıyoruz. S.178

Eğer Hıristiyanlar kendi dinlerinde kölelik bulunduğunu itiraf edip de yalnız köleyi, köle gibi kullanmakla insandan daha aşağı bir hayvan gibi ve belki daha aşağı şekilde aşağılayıp ezmemiş olsaydılar aşağılık sıfatını kabul etmemiş olurlardı. S.179

Hesap edildiğine göre her sene Afrika’dan dört yüz doksan bin kişi yakalanıp yarısından fazlası öldükten sonra geri kalanı Amerika’ya varır. Bu gün Amerika’da dokuz milyon sekiz yüz elli bin zenci vardır.” Bu zencilere yapılan işkence ve eziyetler yürekleri değil mermerleri bile parçalar. Bunlara günlük yirmi beş kırbaçtan fazla vurulmaması için kurallar konulmuştur. Merhamete dikkat isteriz. İşte Papa Hazretleri zenci alınıp satılmasını yasaklamaya girişti ama iş bu dereceye varıp da Avrupa’da bazı dinsiz merhametliler eleştirileri artırdıktan sonra oldu. Hele bu köle ticaretinde Protestanlıklarıyla övünen İngilizlerin gösterdikleri merhametsizlik akla sığar derecede değildir. Londra’da dini koruma duygusunun zorlamasıyla değil sadece medeniyet ve insanlık duygusunun zorlamasıyla zenci alınıp satılmasını yasaklamak için kumpanyalar oluşturulduğu ve kanunlar konulduğu halde, yine İngiliz donanmasının canavar taşır gibi gemide zenci taşımaları engellenemezdi.S.180

Buraya kadar bir araya getirdiğimiz hususlar o kadar özet olarak yazılmıştır ki eğer işin içindeki ayıpları hakkıyla ortaya çıkarmak isteseydik her konuyu bir cilt olacak kadar yazmak gerekirdi. Biz, araştırmacılara yalnız meselelerin ruhunu gösterdik. Onlar üzerine yapılacak değerlendirmeleri de zekâlarına bıraktık. S.183 17.02.2024 Denizli İsmet Kapusuz Emekli / Emektar Edebiyat Öğretmeni

Not: Kitap Hakkındaki görüş ve düşünceler Çeviriyi yapan ve değerlendiren kişilere aittir.

BOL-DAV BOLVADİNLİLER DAYANIŞMA VAKFI

 

Paylaş